20 Kasım 2012 Salı

Grip ve Vitamin

Griplilerle, nezlelilerle yada belirti göstermeden sadece «virüs taşıyıcısı» olan kişilerle gündelik ilişkide bulunan kişinin direnç'ini, bu virüslerin bulaşamayacağı, bulaşsa bile ancak belli belirsiz yada selim bir hastalık meydana getirecek şekilde artırmak mümkün müdür? Bu soruya kesin cevap verilemez. Aşılama örgütleriyle bireyi ve toplumu şu yada bu virüse karşı özgül bir biçimde korumanın mümkün olduğunu ileride göreceğiz. Ama, bu bulaşıcı atanlara karşı organizmanın genel direncini artırabilmeyi, organizmayı az alıcı yada az duyarlı hale getirölemeyi düşünebilir miyiz? Herkes, bu direncin bir bireyden öbürüne deriştiğini bilir. Hattâ yaş, barınma, yaşama koşullan karşılaştırıldığında, bazı kişiler bu basit ve yaygın solunum yolu hastalıklarına öbürlerinden daha az tutulur gibidirler; bazıları da, tersine, bu hastalıklara sık sık tutulur gibidirler. Ama bu duyarlılık farklanm arıklayan hangi anatomik, fizyolojik Özelliklerdir, bilmiyoruz. Bu genel direnci kazanmak yada artırmak mümkün müdür? Bu umutla her yıl birçok kişi, organizmanın normal işleyişi için vitaminlerin çeşitli ölçülerde kaçınılmaz olduğu, yüksek dozda vitamin almanın rahatlığı ve sağlıklılığı artırdığı üzerine o basit düşünceden hareket ederek bol bol vitamin alır.

Bazı beslenme yetersizliği durumlarında bireyin bulaşıcı hastalıklara direncinin azalabileceğini yadsıyamayız (üstelik bu gerçeğin ince ayrıntıları vardır). Belli bazı hastalıklarda bazı vitaminlerin yüksek dozlarda uygulanmasının çok önemli olduğu da yadsınamaz, ama hic değilse dünyanın dengeli bir beslenme sağlayan bir yaşama düzeyine ulaşmış seçkin bölgelerinde vitamin eksikliğinin, bazı akut solunum yolu hastalıklarına karşı direnç azlığını açıklayabileceğini düşünemeyiz. Gerçekte, ciddî bir deney, yüksek dozda vitamin kullanmanın bu hastalıklara karşı direnci hiç de artırmadığı sonucunu ortaya koyar.

Grip Virüsleri ve Antikorlar

Grip virüslerinde nükleokapsit, hemaglütinin, nörominidaz gibi proteinler vardır: bütün bunlar antijenler gibi davranırlar ve bir kişinin bulaşmasından sonra bağışıklık izlerini özel antikorlar şeklinde bırakırlar.

Öyleyse, virüsler, antijenler gibi davranırlar: bunlar insan yada hayvan organizmasına ister bir bulaşıcı hastalık sırasında girmiş, ister bile bile sokulmuş (aşılama) olsunlar, organizma özel olarak onlara karşı yöneltilmiş antikorlar meydana getirir; antikorlar virüslerle birleşmek ve onları nötrleştirmek özelliğine sahip olacaklardır. İnsanda çocuk felci virüsüne karşı ortaya çıkan antikorlar, bu virüse karşı, yalnız ona karşı yöneltilecektir, bunların grip virüsü karşısında hiçbir etkileri olmayacaktır; grip virüsüne karşı oluşmuş antikorlar da çocuk felci virüsünü etkilemeyecektir. özet olarak, su yada bu virüse karşı bağışıklık, direnç —bir bulaşıcı hastalıkla yada aşılamayla kazanılmıştır— bu virüse karşı özel antikorların bulunmasından başka bir şey değildir. Kilidin ve anahtarın aynı madenden olması gibi, bu antikorlar da kimyasal olarak proteinlerdir.

Antikorlar nerede bulunur?

Bütün dokularda, bütün hücrearası sıvılarda, mukozaları yıkayan sıvılarda, dolaşan kanda. Elbette dolaşan kanda onları ortaya çıkarmak en kolayıdır: bir damardan biraz kan alınır, santrifüjle alvuvarları ayırıhr ve saydam sarı bir sıvı, serum elde edilir; serumda birçok protein vardır, bunların arasında kanın alındığı sırada organizmada bulunan antikorlar da bulunur.

Antikorlar ne zaman ortaya çıkar?
Genellikle organizmada meydana gelmelerine sebep olan antijenle ilişkiye girmelerinden pek az sonra; virüsler için, genellikle bulaşmanın başlangıcından bir on beş gün kadar sonra, yani iyileşme sırasında, en yüksek orana ulaşırlar. Bir antikor kendisini oluşturan organizmada ne kadar zaman kalır? Bu, vakaya bağlıdır. Bir grip virüsüyle bulaşma vakasında varolan antikor miktarı hızla azalır ve sözgelimi bir yılın sonunda bulaşıcı hastalıktan hemen sonrakinin iyice aşağısında bir ölçüye ulaşır: o sırada aynı virüsle yeni bir bulaşma olursa antikor oranı hızla yükselecek ve başlangıçta ulaştığından yukarıda bir değere ulaşacaktır.

Bu sıçrama olgusu çok yerinde bir deyimle bağışıklık belleği diye adlandırılan şeydir. Antikor oranı çok azalmış bile olsa, yeniden aynı virüsle bulaşan organizma savunmalarını daha hızla düzenler, çünkü bağışıklık açısından Özellik kazanan hücreler ilk bulaşmanın izini saklamışlardır.
Belli bir zamanda, bir insanda yada hayvanda bulunan antikor oranı nasıl ölçülür? Burada, gripte kullanılan teknikleri kısaca anlatmakla yetinmek gerekir. Genellikle, kanda yani serumda bulunan antikorlar ölçülür: Gerçekte, bunun mukozaları düzeyinde bulunanlar, virüse karşı kişinin korunmasında daha önemli bir rol oynar, ama onları ölçmek daha güçtür ve zaten onların oranı kanda bulunanlarınkine paraleldir. Madem ki, tanımda antikorların temel özelliği antijenlerle birleşmek ve onları nötrleştirmektir, kullanılan bütün teknikler, bu nötrleştirme'yi ortaya çıkarmaya yönelir. Gripte gripal virüsü incelenecek serumla karıştırmak ve bu karışımın bir fareyi yada embriyonlu tavuk yumurtasını bulaştırıp bulaştıramayacağmı (nötrleştirme yöntemi) yada daha basit olarak bu karışımın alyuvarları aglütine edip edemeyeceğini' (hemaglütirasyonun engellenmesi yöntemi) görmek mümkündür.
Bir süredir aynı şekilde virüs zarının nöraminidazına karşı yöneltilmiş antikorları ve aynı za¬manda çeşitli nükleokapsid proteinlere karsı yöneltilmiş antikorları ölçmek de biliniyor, önceki bir gripal bulaşmanın organizmadaki izini bulmak için ve ayrıca grip virüslerinin çeşitli anti¬jenlerine karşı antikorların özgüllüğü sayesinde grip virüslerini daha iyi belirlemek için birçok ta¬nımlayıcı yöntem düzenlendi.

Bütün vakalarda, eğer serumda grip virüs'üne karşı yeterli miktarda antikor bulunduğu düşünülüyorsa, bu antikorlar virüsü nötrleştirecek, engelleyecektir. Böylece, virüs artık bir hayvanı hasta etmek yada alyuvarları aglütine etmek yeteneğine sahip olmayacaktır. Bir serumda bulunan antikor miktarımı ölçmek için virüs yalnızca saf haldeki bu serumla karıştırılmaz, ama bu serumun suda gittikçe artan eriyikleriyle karıştırılır ve bu karışımların herbiri için virüsün nötrlesip nötrleşmediği araştırılır. Eğer sözgelimi 1000 ölçü suda bir ölçü serum iyi belirlenmiş koşullarda grip virüsünü alyuvarları aglütine etmekten yada embriyonlu yumurtada çoğalmaktan engellemeye yeterliyse, bu serumda gribe karşı antikor oranı (laboratuvarda dendiği şekliyle «tür») 1000'dir. Eğer serumun virüsü nötrleştiren yüksek dilüsyonu 1/50'sc antikor titri 50'dir denecektir.

Viroloji laboratuvarının kullandığı serolojik denen yöntemler vardır (bunlara serolojik denmesinin nedeni kan serumu incelemesi üzerine temellenmiş olmalarıdır), bu yöntemler bir kişinin grip virüsüne karşı sahip olduğu antikorlar oranını kesinlikle belirleme olanağı verir.
Bu antikorlar özgüldürler, o kadar özgüldürler ki gribe sebep olabilen virüsün yalnızca bir tipini değil ama birbirinden farklı birçok tipini belirleme olanağı verirler. Bu son derece önemli bir olgudur ve bizi grip virüsü üzerine tarihsel çalışmalarımızda bir geriye dönüş yapmaya götürür.
1933-1940 arasında, grip salgınlarında dünyada ayınlmış bütün grip virüsleri, aralarında yalnız laboratuvar hayvanlanndaki davranışlarıyla değil, ama içlerinden birine karşı hazırlanmış antikorların öbürlerini de nötrleştirmesi olgusuyla da sıkı benzerlikler gösteriyorlardı: öyleyse aralarında çok büyük bir antijenik akrabalık vardı denebilir; antijenleri özdeştiler. 1940'da New York'da Magill bir grip salgını sırasında bir virüs ayırdı, bu virüs dağ gelinciklerinde ve farelerde daha önce ayırılan virüsler gibi davranıyordu, ama antijenik açıdan onlardan kesinlikle ayrılıyordu: ona karşı oluşan antikorlar öbür grip virüslerini hiç bir şekilde nötrlestirmıyorlardı ve öbür grip virüslerine karşı olan antikorlar da onu nötrleştirmiyordu. öyleyse, en azından grip virüsünün iki antijenik tipi vardı. 1933'de Smith, Andrewes ve Laidlaw'ın tanımladığı birinci tipe erip virüsünün A tipi dendi, ikincisine B tipi dendi. 1945 sonlarında ve 1946 başlarında Avusturalya'da bir grip salgını kendini gösterdi ve 1947'de Amerika ve Avrupa kıtalarına yayıldı: bu salgınlar sırasında birçok defa grip virüsleri ayırıldı, bu ayırılan virüsler birbirleriyle özdeş olmakla birlikte antijenik açıdan A tipi virüsle ayrılıklar gösteriyorlardı, bu A tipi virüsle bazı ortak antijenik özellikleri de vardı: bu nedenle bu yeni virüs tipine ilk A tipi (yada A,) adı verildi. Ayrıca, 1957 ilkbaharında Uzakdoğu'da bir grip salgını başladı ve hızla bütün dünyaya yayıldı: bütün belleklerde hâlâ anısı bulunan «asya» gribi pandemisini meydana getirdi, bu pandemi sırasında ayırılan virüsler antijenik olarak A tipinden ve ilk A tipinden avrıİıyordu, yeni bir tipin doğuşunu doğrulamak bakımından buna asya tipi (yada A2) dendi. Böylece, A tiplerine ve ilk A tiplerine karsı antikorları olan kişilerde «asya» tipine (1957) karşı hiç antikor yoktu, A ve ilk A tiplerine karşı aşılama «asya» tipine karşı hiç antikor ortava çıkarmıyor ve dolayısiyle bağışıklık yapmıyordu.

A, ilk A, asya (1957) ve hatta B tipi grip virüslerinin esasta birbirlerinden ancak antijenik yapı'larıyla ayrıldıklarını söylemek önemlidir. Zaten bu virüsler birbirlerine çok benzerler: insanda gerçekten birbirinden ayrılamayan ve hepsi «erip» olan hastalıklara sebep olurlar. Elektronik mikroskopta tümünün benzer bir görünümü vardır. Hayvanda (dağ gelinciği, fare) pratik olarak Özdeş hastalıklar meydana getirirler. Embriyonlu tavuk yumurtasında aynı şekilde çoğalırlar; hepsi alyuvarları aglütine ederler. Bu tipler arasındaki tek fark, aralarında çapraz barışıklık olmayışıdır, birine karşı olan antikorlar öbürlerini nötrlestirmezler. A, ilk A, asya virüslerinin —hatta domuz gribi virüsünün— gene de ortak bir antijeni vardır (buna «eriyebilir antijen» denir, burada bunun üzerinde durmayacağız), bu ortak antiienin bağışıklıkta zaten hiç rolü voktur; bu nedenle bu virüsleri belirlemede alfabenin aynı harfi kullanıldı, oysa B tipi virüslerin A tipi virüslerle hiçbir ortak antijeni yoktur.







19 Kasım 2012 Pazartesi

Grip Aşısı

Uzmanlar Uyarıyor: "Grip Aşısı Olun"
Uzmanlar, grip aşısı mevsiminin ekim – kasım ayı olduğunu, çünkü Eylülün sonundan başlayarak ve Ekim, Kasım, Aralık, Ocak, şubata kadar devam eden aylarda solunum yolları ile bulaşan hastalıkların daha fazla görüldüğü, havaların soğuması ile birlikte kapalı alanlarda geçirilen zamanın artmasından  dolayı gribe yakalanma riski çok fazla olacağı grip aşısının mutlaka olunması gerektiğini ifade ediyorlar. İleriki dönemlerden korunmak adına şubat ayı sonuna kadar aşı yaptırılabilir. Grip virüslerinin çok kolay ve hızlı bulaşan virüsler olduğu için hasta kişilerden sağlıklı kişilere solunum yoluyla bulaşır. Toplu ve kalabalık ortamlar (okullar, hastaneler ) kış aylarında grip açısından riskli ortamlardır.

Kimler Grip Aşısı Yaptırmamalı?

Aşılar yumurtadan elde edildiği için virüs yumurtada çoğaltılarak elde ediliyor. Bu yüzden yumurtaya allerjisi olanlar,
Gebeliğin ilk 3 ayında olanlar,
6 aydan küçük bebekler,
daha önceden grip aşısına reaksiyonu olanlar
grip aşısı yaptırmamalıdır.

Grip Aşısı Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar


Grip aşısı olan kişi grip olur Yanlış

Grip virüsünün kuluçka süresi iki haftadır. Eğer aşı olduktan sonra grip olunmuşsa, aşı olmadan önce grip mikrobunu almışsınız demektir. Özet olarak grip aşısı kişiyi grip yapmaz. Doğru

Her sene aşı olmaya gerek yoktur. Yanlış
Her sene yeni virüs proteini tipleri nedeniyle aşı da değişmektedir. Bu yüzden her sene aşı olmakta fayda vardır. Doğru

Grip önemsenecek bir hastalık değildir. Yanlış
Grip, ciddi akciğer ve kalp sorunlarına yol açabilir. Son yapılan bir çalışmada; aşı olanlarda kalp krizi ve inme riskinin yüzde 50 azaldığı gösterildi. Doğru

Grip aşısının koruma evresi en fazla birkaç aydır.  Yanlış
Grip aşısı tüm grip sezonu boyunca korumaktadır. Korumanın da bir yıl kadar sürmesi nedeniyle grip aşısını her yıl yaptırmak gerekir. Gribin birden fazla türü olduğu için her yıl aşı yaptırmakta fayda vardır. Doğru

site ekle site ekle
Zirve100 Sayac
Site Ekle

Site Ekle